Böylelikle Orbison şöhretin kapısını aralamış oldu. "RunningScared", "Crying", "Candy Man" ve "DreamBaby" gibi eserleri de liste başlarında yer aldı. Görünüşüyle bir türlü barışamaması nedeniyle, diğer rock efsanelerinin aksine Orbison, dergilere yüzünü göstermeyerek "gizli kimlikli ünlü" ünvanına layık görüldü. 1960'larda bir sürü hit'e imza attı: "In Dreams", "Falling", "Mean Woman Blues" ve "Blue Bayou". Henüz yeni yeni ünlenen The Beatles ile aynı sahneyi paylaştı. Karısının terkettiği zamanlarda Orbison ününün altın çağına erişmişti. Aynı yıl "It's Over" ve efsanevi şarkı "Oh, Pretty Woman"'ı seslendirmesiyle döneminin ve hatta günümüzün en önemli sanatçılarından biri olacağını kanıtladı.
Fakat bu parlak dönemin ardından eşinden ayrılması sanatçıyı sessiz bir dönem geçirmeye zorladı. 1970 ve 80'lerde birçok sayıda cover albüm ve yeni şarkılar seslendirmeye gayret etti. 1987'de "In Dreams: Greatest Hits" albümüyle tekrar ilgi toplamaya başladı. "Mystery Girl" ve "Traveling Wilburys Vol. 1" ile Orbison eski tahtına tekrar kavuştu fakat sürekli konser talepleri, turlar ve basının ilgisi sanatçıyı bir hayli zorlamaya başladı. Yeni bir imaj için kilo veren Orbison, tüm bu koşuşturmanın içerisinde annesinin evinde yediği yemeğinden sonra henüz 52 yaşında kalp krizi sonucu hayatı sona erdi. Ölümü tüm dünyayı sarstığı gibi, dünya basınının da yoğun ilgisini topladı.
Efsaneye saygıyla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder